30 Mayıs 2010 Pazar

EKONOMİ VE DEVLET

Tarihsel süreç izlendiği zaman devletin ekonomideki ağırlığı göreceli olarak artmıştır. Modern devlet tanımlamasının ortaya çıktığı XX. Yüzyıl başlarından itibaren bu artışlar daha hızlı bir artış göstermiştir. Devlet borçlanmaları artmış ve borçlanmalar savaş ekonomisi ile muazzam boyutlara yükselmiştir. Devlet finansman ihtiyacını sadece borçlanmalar ile değil vergilerin arttırılması ile sağlamaya çalışmıştır. Vergi türleri artmış, oranlar yükselmiş ve geçici vergiler kalıcı hale gelmiştir. Örneğin, II. Dünya Savaşı zamanında İngiltere savaş masraflarını karşılamak için ek vergiler koymuş, halk buna savaş olduğundan dolayı karşı çıkmamıştır ve savaştan sonra bu vergiler kaldırılmamıştır. Aynı şekilde 1999 Adapazarı ve Düzce depremlerinin yaralarını sarmak için Türkiye geçici vergiler çıkarmış fakat zamanla bu vergiler kalıcı hale gelmiştir. Görüldüğü gibi devlet savaş, doğal afet veya başka sebeplerden dolayı vergiler yoluyla ve borçlanmalar yoluyla ekonomi üzerinde ki ağırlığını arttırmıştır.

Üretime doğrudan devlet müdahalesi çoğu gelişmemiş ülkede ve özellikle krizden sonra gelişmiş ülkelerde ağırlığını arttırmıştır. Kumanda ekonomisi dediğimiz makro ekonomik kararlar ve özellikle mikro ekonomik kararların devlet (hükümet) tarafından alınan yapılarda büyük sorunlar olmaktadır. Devlet teşebbüsleri zarar etse dahi varlığını sürdürmekte ve bu zararları halkın sırtına yüklemektedir. Bunun yanı sıra yönetimi elinde bulunduranlar yakını, tanıdığı veya desteklediği kişileri kayırarak bu kurumlara işe sokmaktadır. Bu da büyük bir adam kayırmanın yanında teşebbüslerde çalışan sayısını arttırmakta ve doğal olarak zararlara neden olmaktadır.

Piyasa ekonomisine yapılan müdahaleler kısa dönemli çıkarların maksimum hale getirilmesi için işleme konulmaktadır. Seçmen kitlesine verilen vaatlerin tutulması ve özellikle iktidarın veya oyun garanti haline getirilmesi için hükümetler veya partiler ülke çıkarlarına zarar veren kararlar almaktadır. Bunun en yaygın örneği ise şüphesiz memur alımların özellikle seçim zamanında aşırı artmasıdır. Yunanistan’ın içinde bulunduğu durumun iki açıklaması vardır. Birincisi, artan memur alımları ile devlet kurumları büyük zarar etmiştir ve devlet borçlanması büyük seviyelere ulaşmasıdır. Devlet çalıştırdığı memurların finansmanını borç ile kapatmış ve aynı şekilde harcamalarını (askeri, nakdi, dış ticaret açığı gibi) borçlanarak kapatmaya çalışmıştır. Sonunda ise sürdürülemez bir yapı ortaya çıkmış ve doğal olarak balon bir noktada patlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalmamak istiyorsa yapısal önlemleri süratle yerine getirmelidir.

Kişiler veya partiler iktidarlarını kaybetmemek için her yolu denemeye yatkındırlar. İktidar ilk ele geçirildiği zaman yapılan birinci iş kendi adamlarını, yakınlarını veya güvendiği tanıdıklarına iş vermek, görev vermek veya yönetme yetkisi vermektir. Çünkü bu kişiler sayesinde koltuğunu sağlamlaştırmaktadır. Son yaşanan kaset skandalından sonra partisinin yönetimi değişen CHP bu söylenenlerin güncel örneklerindendir. Eski genel başkanlarının adamlarının yönetimden dışlanması ve kendi adamlarının yönetime dahil edilmesi koltuğun sağlamlığını sağlamak içindir. Örneğin değişen belediye başkanları ilk faaliyetlerinde eski yönetimin kayırdığı kişileri yönetimden uzaklaştırmakta ve güvendiği (kayırdığı) kişilere koltuk vermektedir. Bu yapılırken bilgi, tecrübe veya hak edebilirlik değil itaat aranmaktadır.

Siyasilerin ekonomi ile attığı siyasi nutuklar genelde meydanlarda kalmasının sebebi ortadadır. İyi konuşmak iyi işler yapmak anlamına gelmemektedir. Her iktidar kendi otoritesini kurmak için çeşitli yollara başvurmaktadır. Bu yoların en bilineni ise yukarıda açıklanmaya çalışılan adam kayırma örnekleridir. Türk siyasi tarihinde ister kamusal alanda olsun ister özel sektör alanında olsun nice sayısız örnek iktidar sahiplerinin temeli adam kayırmada yatan çeşitli olaylara sahne olmuştur. Bazı medya patronları, iş adamaları ve sanatçılar desteklenmiş, korunmuş ve kayırılmıştır. Bunun yanı sıra kamu yöneticileri en itaatkarlardan ve yakınlardan seçilmiş, korunmuş ve desteklenmiştir. Diğer bir yapılan ise devlet kademelerine fazla insan alımı, vergilerin arttırılması ve harcamaların arttırılmasıdır.

Özet olarak seçmenler seçim meydanlarında bol keseden atılan yalanlara kanmamalıdır. Her iktidardan faydalanacak ve her iktidarın koruyacağı kişiler vardır. Uzun süreli sürdürülebilir bir kalkınma için devletin ekonomiden ve özellikle adam kayırtmadan elini eteğini çekmek zorundadır. Düzenleyici ve kontrol edici rol devletin temel rolü olmalıdır. Aksi taktirde devletimiz iflas etme tehlikesine maruz kalabilir. İşte o tehlike anında yanımızda AB gibi bir güç değil cesede saldıracak akbabalar buluruz.

Hakan UZUN

15 Mayıs 2010 Cumartesi

TÜRK GENÇLİĞİNİN TÜKENİŞİ-“İŞŞİZLİK”-




“Türkiye İstatistik Kurumu, işsizlik verilerini açıkladı. TÜİK'in Ocak ayı verilerine göre, Türkiye'de, işsizlik oranı yüzde 15,5'e yükseldi.”

Başlıktan da anlaşılacağı gibi gençlik tükeniyor. Hani her zaman derler ya kaynaklarımızı etkin kullanamıyoruz işte en bariz örneği. Neredeyse dünyanın en genç nüfusuna sahip ülkeyiz ama hiçte bu kaynağı etkin kullanamıyoruz. Üniversiteli işsizler ordusuna katılsın diye eğitim verir olduk. Ne kadar tahsil yaparsan yap hangi okulu bitirirsen bitir sende belki bir kahvehane köşesinde çaycılık yapabilirsin. Meslek liseli olmak adeta işsizler ordusuna açılan kapı görünümünde. İlerlemenin anahtarı madem istihdam o zaman neden bu anahtar kullanılmıyor.

Beklide insanlara iş beğendiremiyor olabiliriz. Mesela en son örneğini bunun Erzurum’da gördük. Altı ay 750 liralık maaşı beğenmeyen işsizler toplantı salonunu terk etti. Yada şu lafları her zaman duymuşunuzdur. Ben üniversite mezunuyum bu işi mi yapacağım. Bu işe mi kaldım. Yani iş beğenmeme veya verilen ücreti beğenmeme gibi sorunlarla karşı karşıyayız.

Oysa alın teri dedikleri kavram tamda burada devreye girmiyor mu? Sabahtan akşama kadar çalışıp emeğini verip kazandığın para daha kıymetli değil mi? Yoksa sende çağın hastalığı olan “rahatına düşkünlük” hastalığına mı yakalandın? Kim ne derse desin bu sorunun birden fazla çözümü var. İlkokuldan itibaren çocukların beynine durmadan teorik bilgi ile dolduruyoruz. Uygulamanın ne kadar farklı olduğunu göstermeden. Teorinin aslında hiçbir şey olmasa da uygulama ile anlam kazanacağını öğretemedik. Durmadan beyinlerin ve insanların aynı olduğunu düşündük. Sadece ve sadece beyine çalıştık. Oysa aynı zamanda kalp ile yetenek dedikleri olguları görmemiz gerekmiyor muydu? Her 3 gençten birinin işsiz olduğu bir ülkede terör, suç, yasalara uymama, insan öldürme gibi nice suçun oranlarının yüksek olmasına şaşmamalı. Neden acaba PKK’ya sürekli bir katılım var. İnsanların peşinde odluları ideoloji değildir. İnsanların peşinde oldukları refahtır. Temel gereksinimler (yeme, içme, güvenlik ) karşılanmadan insanlar ideolojinin peşinde gitmezler (istisnalar olabilir ). Şu unutulmamalıdır ki; eğer siz okul ortamında kurallara uymasan da olur anlayışı verirsiniz gençlere gerçek hayatta nasıl kurallara uymasını beklersiniz ki.
Şimdi geçmişe bakalım biraz.

Ne zaman genç nüfus arttıysa o zaman toplumsal sorunlar da artmıştır. Atmış ve seksende ki sokak olaylarını hatırlayın. Gençler sırf bizim düşüncemizden değil veya devrim dedikleri saçmalık için insanları öldürmediler mi? Hem de gözlerini kırpmadan. Demek ki bir yerlerde yanlışlar yapıldı. Tarihinden ve öz kültüründen kopan milletler yok olmaya mahkumsa bizim yavaş yavaş yok olduğumuzu düşünmek yanlış olmamalı. Biz değimliydik bir insanı öldürmek ile bütün insanlığı öldürmeyi bir tutan. Veya kuşlar için göç zamanı korunsunlar diye kuş evleri yapan. Karıncayı bile incitmekten korkan. Demek ki merhamet denen o insansı vasfı gençlere verememişiz.

Ve bu anlam boşluğunun oluşturduğu tabloyu biraz inceleyelim. Başkalaşma içinde olan gençlik. Sokaklara bakın çoğunluğu giyiniş ve davranış olarak baktığımız zaman aynı tipi insan modelleri karşılaşacağız. Aynaların karşılarında saatlerce süslenen püslenen genç kız ve erkekler. Acaba o harcadıkları vakitleri kadar düşünüyorlar mı? Dikkat edin okuyorlar mı demiyorum düşünüyorlar mı diyorum. Tek derdimiz ya aşk yada güzellik- yakışıklık ekseninde döner olmuş. Şarkılara bakın tek derdimiz aşk. Yada anlamı sapık inanışlarda arayanlar. Satanistler hangi akıllı ve benim kalbim var diyen biri buna tapabilir ki. İşte anlam boşluğunun en somut örneği. Kendini tamamen maddi ihtiyaçlara adayanlar. Her şey para denen illetin etrafında döner ve ne faydalıysa o iyidir. Başkasının karnı aç, eziliyor, sıkıntı çekiyor, ölüyor umurunda değildir onların. Bu da kapitalist sistemin başka bir özelliği. Ütopik kavramlar üzerinde dönüp duran düşünceler maalesef uygulamada hiç öyle olamamıştır.

Şimdi kalkıp gençlerin üretime ve ekonomik hayata nasıl katabileceğimizi düşünelim. Haşlanmış kurbağa döndük farkında bile değiliz. Radikal önlemler almadıktan sonra her yaptığımız yırtık elbiseye yama yapmaktan öteye geçmez. Toplu bir uyanış olmadıktan sonra bu vahim tablo iyi bir niyetle en az yirmi senede düzelir desek bizi karamsarlıkla suçlarlar.

Romantik olaya gerek yok. Durum ortada. Nasıl bir kaynağımız olduğunu ve bu kaynağı nasıl israf ettiğimiz tüm çıplaklığıyla karşımızda dururken hep bardağın dolu tarafına bakmakla bu işler olmuyor. Bırakın artık hayal kurmayı ve konuşmayı birazda çalışın çabalayın. Yani kısacası bardağın boş tarafını doldurmaya çalışın. Her şeyi devletten bekleme yanlışlığı içinde olmak demek istikrarsızlık istemekten farksızdır. Şu kesinlikle unutulmamalıdır ki devlet gelir veya iş kapısı değildir. Tabiî ki devlet bir şey yapmalı. Yapacağı teşvikler ve kanunlarla insanların dikkatini çekebilir. Bizde o zaman yastık altında para saklama saçmalığından kurtulabiliriz. Eğer kendi özümüz ile modernliği birleştirirsek eski o mesut günlerimize döneriz. Salt batılaşmanın (başkalaşmanın) işe yaramadığını bütün dünya gördü biz göremedik.

Kaynaklar israf etmemek dileğiyle. En büyük kaynak zaman için.

 HaKaN UZUN