15 Mart 2010 Pazartesi

MAZERET TOPLUMU






            Gelişmemiş veya en genel tabiriyle gelişmekte olan toplumların bir özelliği de sistemli bürokratik yapıya sahip olmamalıdır. Devlet dairelerin de uzun kuyruklar, bitmeyen işlemler, bugün git yarın gel, arıza oluşmuş, bu düzen böyle geldi böyle giderler… Ve bütün bunların temel dayanak noktası olan “MAZERETLER”. En zor anlarımızda dayanağımız ve kurtarıcımızdır mazeretlerimiz. İşin içinden çıkmak hani tereyağın içinde kıl olup kurtulmak isteriz her zaman işte o anların mucizesidir.  Ve bir toplum ki yediden yetmişe mazeretlerin usuna takılmış olsun.

            Vaatlerden mazeretlere: Siyaset… Her şey seçilmek için söylenen yalanlarla (vaatlerle) başlar. İnsanların umutlarının sömürüldüğü bu seçim süreçlerinde seçmenlerin beklentilerinin üzerinden oyunlar oynanır. Önceleri en büyük yalanı söyleyen lider! Seçimi kolay kazanır. İşte eski zamanlarda “meydanlarda kurtar bizi baba” naralarını duyarız. Seçilmek isteyen ve ülkeyi kurtarmak isteyen kişi ise “herkesin üç anahtarı olacak biri ev biri araba ve biride iş yerinin anahtarı” vaatlerini sırlarlar. Yaptıkları ise daha kötüye götürmek, soymak ve en nihayetinde kendi eş dost akrabalarını zengin ederler. Halkın talepleri geldiği zaman sadece en tepedeki yöneticiler değil halka en yakın yöneticiler dahi mazeretlerini sıralamaya başlarlar. En tepedekiler “yurt dışından gelen etkiler, savaşlar, krizler, yapılmayan destekler, yıkık bir bina devraldık naraları” ve niceleri… Oysa hiç biri kalkıp hatalarını kabul etmezler. Bu şekilde sorunlar olabilir, hareket alanları dar olabilir veya çok zor durumda da olabiliriz ama bu derece mazeretlerin arkasına saklanmakla kendimizi temize çıkarmış olamayız. Zaten ardından yapılan seçimlerde halk gereken cevabı yani mazeretlerin yemedim cevabını sandıkta fazlasıyla vermektedir. Yerel yöneticilerin en genel mazeretleri ise “merkezden destek-yardım gelmiyor, borç batağında bir belediye devraldık, soyup gitmişler, gelirimiz yok giderimiz fazla, eskinin pikliklerini temizliyoruz… Mazeretleri. Bu şekilde söylenmeler bizi masum suçladıklarımızı suçlu mu yapacak. Yapılması gereken sorunları kabul edip sorunların çözümü için projeler üretmektir. Herkes madem her şeyi düzeltme vaadiyle ortaya çıkıyor o zaman verdiği sözleri tutması gerekir. Peki, nerde kaldı bu kadar dürüst yönetici! Halkına bile hesap veremeyen kendine nasıl hesap verebilir ki?

Devletten çıkmazlara: Kurumlar-1-… İster bir kurumun en tepesinde olsun isterse masa başında basit bir işte olsun devlet kurumlarında çalışanlar halka bürokratik olarak eziyet etmektedir. Hem halkı insan olarak görmüyorlar yani tepeden bakıyorlar hem de yardımcı olmaktan çok ötedeler. Dinlemek, anlamak, yardımcı olmaya çalışmak artık eski unutulan değerler arsında yer almakla birlikte halkın verdiği vergiler ile halka eziyet eden yığınlar oluşmaktadır. Bir iş veya makam sahibi olmak bizleri dünyanın kralı veya o toplumun kralı yapmaz. Biz sadece o halkı efendi olarak görür, saygı gösterir ve elimizden gelen yardımı yaparız. “ Bugün git yarın gel, şu masaya, önce şuradan, sonra şu kuruma imzalat, şuradan onay lazım…” gibi binlerce mazeretlere, oyalamalara, engellere ve en nihayetinde rüşvetlerle muhatap olan halk. Her bir işini halletmek için elini cebine atmak zorunda olmanın ağırlığını sırtlarında taşımak zorunda olmamalı halk. İki kayıp geri gelmez zaman ve emek. Zamanımızı ki en değerli hazinemiz bu şekilde bürokratik engellerde yok olup gidiyor. Yapılan bir yanlış işlem ise bütün emeğimizi çöpe atmamıza neden oluyor. Şimdi mazeretlerle yaşayan kurumlar mı gerekli yoksa çözüm üreten kurumlar mı?

Bilgisizlikten yarınlara: Kurumlar-2-… Bütün işlemlerini hallettikten sonra geriye kalan ufak ayrıntılar belki birkaç saatimizi alacak niteliktedir fakat gidilen kapıdan bize verilen cevap “şimdi git yarın gel” cümlesinden başka bir şey değildir. Çoğu zaman zamanları dolmuştur bazen ise arızalı aletleri yüzünden geri çevrilirsiniz. Mazeretleri her zaman aynıdır “makine eski, mesai doldu, sorumlu memur izinli, anlayan kişi yok, bilmiyorum”. Bu mazeretler söyleyen tarafından geçerli veya gerçek olabilir oysa yapılması gereken önlem almak, bilgilendirmek değil mi? Yarına ertelenen işler belki önemli olmayabilir ama ya işini halletmeye çalışanın diğer dünleri doluysa ve bir daha gelmesi uzun sürerse? Bu kaybedilen zamanı mazeretler geri getiremez sanırım.

Korkaklıktan korunmaya: Özel sektör… Rekabet liberal ekonomilerin gelişmesini sağlayan yegane motor güçtür. Rekabet ile firmalar fiyatlarını düşürmek zorunda kalır, tüketiciyi düşünmek onun isteklerine göre hareket etme ihtiyacı duyar ve en sonunda da firmalar sürekli olarak gelişmek yenilik yapmak mecburiyetinde kalır. Eğer bunları yapmazsa zamanla gerileyip en sonunda iflas edeceğini bilir. Sadece kendi hegemonyalarını güçlendirmek en azından korumak için devletin korumasının altına girmek ister. Nede olsa devlet baba beni korur anlayışıyla küçük karlara pazar paylarına razı olur. Eğer küreselleşme çağında yaşıyor ve açık bir ekonomiye sahip devlette yaşıyorsanız devlet babanız sizi arkasında daha doğrusu sırtında barındırmaz. Gümrük duvarlarını kaldırınca işletmelerin feryatları duyulmaya başlandı. Satışları azaldı, sert bir rekabet içine girdi ve sonunda da korunma istedi. Mazeretleri belliydi; rekabet gücümüz yok, mali durumumuz bozuk, gelirlerimiz az ve onlar güçlü… Güçlenmek için güçlünün olması gerekir. Ve bu toprakları, insanları bilen boynuzun kulağı geçtiği gibi güçlüyü de yenip güçlü olabilir. Mazeret üreterek yapılan sadece korkaklıktır. 

Eğitimden sağlığa her şey… Artan nüfus ile birlikte sağlık hizmetlerinden eğitime varıncaya dek devletin vermesi gereken hizmetlerde bir düşüş olduğu gözlenmektedir. Çocuklarımıza artık etkili ve verimli bir eğitim veremiyoruz. Sağlık hizmetlerinden faydalanmanın önünde ise bürokratik engellerin yanı sıra yığılmalar durmaktadır. Öğretmenler sistemi suçlamakta ve eğitim vermemekten yakınmaktadırlar. Genel mazeretleri; “sistem gelişimi engelleyen nitelikte, öğrenciler çok yaramaz, yapmamız gereken çok şey var, zaman yok ve bu ülkeyi ben mi kurtaracağım…” eğer mesleğine inanmış ve bir şeyleri değiştirme isteğini içinde taşıyan bir öğretmenseniz sorunlar sizin için destek görevinden başka bir şey görmez. Örnek isterseniz Atatürk kale gibi önümüzde durmaktadır. Doktorlar ise genelde kalabalıktan şikayet etmekte ve halkı ezmektedir. İnsanlar artık hastanelere sağlam gidip hasta olarak dönüyorlar. Koridor köşelerinde saatlerce ayakta beklemenin verdiği acı ile birde doktorun vurdumduymaz tavrı birleşince fiziksel ve zihinsel olarak bir çöküntü oluşmaktadır. Doğrudur iş yükü fazla ücretler düşüktür. Bu insanlara yardım etmemizi, dinlememizi, anlamamızı engelleyen şeyler mi? İçinde ALLAH (c.c.) korkusu ve insan sevgisi olan birisi bunları yapmaz!

Ve çıkarlardan gerilere: Sahipler!... kendilerini ülkenin sahipleri olarak gören küçük ama azgın azınlık sırf kendi çıkarları için bu halkı yıllarca karanlığa ve geri kalmışlığa mahkum etmişlerdir. Bir askeri darbenin ülkeyi otuz yıl geriye götürdüğünü bilerek hala darbe heveslisi olanları görmek sadece bu kişi veya grupların çıkarı var bu işten sonucuna götürür bizi. Ülkeyi kendileri kurmuşlarıdır, rejimin teminatı onlardır, onlar korur, onlar en iyiyi bilir, her şey onlarındır ve onlar insan halk ise insancıktır. Yapılan her şey vatan içinidir. Ölüm masum insanlara vurdurulsa bile her şey vatan içindir. İşte bu azgın azınlık mazeretlerini sıralarlar. Kendileri bile inanmazken başkalarının inanmasını beklerler. Onlar sahip halk köle olmaya mahkumdur. Artık devir değişiyor ve bizde mazeret toplumu olmaktan kurtulacağız. Mazeret sıralamak yerine sorumluluklarımızı yerine getirmeyi öğreneceğiz.

HAKAN UZUN