15 Şubat 2010 Pazartesi

OLMAK CESARETİ




Benim yolum bu dediğin, bir yer var mı bildiğin?

       Çocukluğunuzu düşünün ne veya kim olmak isterdiniz. Büyüdüğünüz zaman öğretmen mi yoksa doktor mu olmak istediniz? Zamanın için de olan ve ruhunun nefesini soluyan insanlardan ülkemizde milyonlarca var. Önceden yaşamış kişilerin veya şu anda yaşayan kişilerin defalarca üzerinden geçtikleri yollar. Bir doktor nasıl olunur ya da bir öğretmen? Kesinlikle okullarını bitireceksiniz ve böylece o mesleğin içinde yer alan birey olacaksınız. Her şey aynı düşünceler, yol, arzular, istekler, hedefler, vizyonlar vb. her insan benzersiz ve eşiz ise neden bunların hepsi aynı?

        Yönlendirilmek ve yönetilmek yolların en kolayıdır. Bizim bir sorumluğumuz veya görevimiz olmaz yönetildiğimiz zaman. Sırtımızda sorumluluğun verdiği müthiş ağırlığı taşımak zorunda da değilizdir. Yıllardır eğitim sistemimizde yapılan buydu. Eğitmenin, öğretmenin ve amaç kazandırmanın bütün sorunluluğu öğretmenlere yüklenmekteydi. Öğrenciler ise hazır bilgi, düşünce, davranış… gibi kolay yolun yani sorumluluk bilincinden uzak bu sistemin içinden geçmekteydiler. İletişim kurdukları sadece önünde oturan arkadaşın sırtıydı, onun arkasına saklanır ve öğretmenin gözlerinden kurtulurdu. Böyle bir sistemin içinden çıkan bireylerin toplumda nasıl inisiyatif veya sorumluluk alması beklenebilir ki? Tek tip birey yetiştirip tek tip toplum oluşturmayı hedef bilen bir eğitim anlayışının en önemli silahlarından birisidir bu sistem. Öğrenci pasif, konuşmaz, soru sormaz, çekingen, uysal, her şeye tamamcı olmalıydı. Ve oldu da. Gençlik duyarsızlaştı, tepkisizleşti ve belki de en önemlisi düşünemez oldu.

        Artık insanların kendi gözleri başkalarının gözünden dünyaya bakıyorlar. Kapitalizm sisteminin insanlardaki sınırsız ihtiyaçlar fakat sınırlı kaynaklar kanunu(!) bireylerin ruh hallerini paramparça etti. Hele ki bizim gibi gelişmemiş bir toplumda amaç sadece bencillik düzeyinde her şeye sahip olma ama başkasına bir şey vermeme oldu. Biraz kazanınca yeni bir araba, ev, elbise, mobilya, beyaz eşya, toprak ve en sonunda eş alınır oldu. Zevklerinin kölesi haline getirilen bir insan bu zevkleri karşılamak için neler yapmaz ki? Hırsızlık mı, adam öldürme mi yoksa yalan- dolan mı? Hepsini hatta daha fazlasını toplumumuzda yapan milyonlarca insan var değil mi? Ahlaksızlık ve erdemsizliğin kol gezdiği bir ülkede devletin veya bir başka insanın malı deniz ve yemeyen keriz olur. İnsana yakışan davranışlar mı bu? İnsan sıfatlarında bunların zerresi ol(a)maz. İnsanı insan yapan sıfatlar; hırsızlık yapmamak, başka bir insan öldürmemek, rüşvet almamak, adaletli olmak, dürüst olmak, yardımsever olmak, ülkesini-milletini seven olmak… ve daha nicesi. Erdemli bireyler yetiştirmek amaçlı yola çıkan birey erdemsiz bireyler yetiştiriyor. “Her şey Yaratıcısı elinden çıkarken iyidir. Her şey insanın müdahale etmesiyle bozulur. İnsan her şeyi altüst eder, tabiatını bozar. Hiçbir şeyi hatta insanı bile olduğu gibi istemez. Onu, eğitilmiş bir beygir gibi kendisi için yetiştirir ve bahçesindeki ağaç gibi ona şekil verir” (Rousseau Emile). Yani eğitimin en büyük sırrının çocuğu eğitmemek olduğunu artık anlamak lazımdır. Evet son elli yılda bilgimizin o kadar artmasına rağmen bir Edison, Leonardo da Vinci, Galileo… gibi sorgulayan insanlar yetişmemesinin sebebi belli oldu sanırım. 

       Toplumun genelinde ki trend yada moda olarak tabir edebileceğimiz giyim, davranış, hareketlerin son zamanlarda tek tipe gittiğinin en açık göstergesidir. Bu özelliklerin en güzel görüldüğü mevsim yazdır. Büyük gözlükler, önü açık tişörtler, dar pantolonlar, dar elbiseler, düz veya kıvırcık saçlar, aşırı siyah giymek, yapmacık (kibarımsı veya maço) davranışlar, sosyete tavrı hareketler artık çağın en büyük modasıdır. Sokaklarda gençlere cumhurbaşkanının adını sorsanız belki cevabını alamazsınız ama modayı sorsanız en ince ayrıntısına kadar size söylerler (haberleri hatırlayın). Ve belki de en uzun moda olan aşk modası.

        Biz insanların tek sermayeleri hayatlarıdır ve onun da ne zaman biteceği belli değildir. İşte bu sermayeyi nerede ve nasıl harcayacağımız çok ama çok önemlidir. Bir amaç-vizyon sahibi olmadan sermayenin boşa gideceği bellidir. Ne için yaşıyoruz? Hayattan beklentilerimiz nelerdir? Hayata vermek istediklerimiz nelerdir? İşte bu soruların unutulduğu bir toplumda yaşamanın sonucu gelişmemiş- geri kalmış bir ülkeye sahip olmaktır. Bir insanın vizyonu onun varlık nedeni, yaşama gayesi vb. konulardaki temel kabullerinin çizdiği ufuktur. Biz vizyon yaratmayız, onlar sahip olduğumuz değerlerin bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Diğer bir deyişle vizyon, sahip olduğumuz değerlerin anlam ve yansımasıyla zihnimizde çizdiğimiz bir tablodur. Bundan dolayı değerlere dayalı olmayan bir vizyondan söz edilemez.

        Farklı olmak demek toplumdan baskı görmektir. Bu doğrudan gösterilen bir baskı değildir. Bize laf atanlar, sert veya manalı bakanlar, üzerimize gelip bizi ezmeye çalışanlar yoktur. Psikolojik bir baskıyı kendi kendimize oluştururuz ve sonunda zayıfsak yeniliriz. Onlar gibi giyinir, onlar gibi hareket eder ve en sonunda onlar gibi düşünürüz. Aslında onlarında böyle bir amacı yoktur.

        Değerlerden uzaklaştıkça yani kendi öz benliğimizden koptukça böyle ortada kalan modernleşmeyi yanlış anlayan bir toplum ortaya çıkması normaldir. Milli bilincin tekrar kazanılmasıyla aşamayacağımız bir engel olduğuna inanmıyorum.

Benim yolun bu dediğin, bir yer var bildiğim. Erdemli bir yol…

HAKAN UZUN