13 Ekim 2010 Çarşamba

Türkiye- Çin Ortaklığını Ne Getirir?


            Bir sene önce Abdullah Gül Çin Halk Cumhuriyeti’ne resmi bir ziyarette bulunmuştu. Her şey yolunda giderken, ticari anlaşmalar imzalanırken, Çinli şirketler Türkiye’ye yatırım yapıp bürolar açarken, Türk firmalar gıda ve inşaat dışında sektörlerde Çin’e yatırım yaparken ve büyük miktarlarda Çin kredisi kullanılırken Uygur Türklerine kullanılan aşırı şiddet tüm bu ilişkileri tersine çevirdi.[1] Uygur’da tam olarak ne olduğunu ve neler yaşandığını hala net bir şekilde öğrenmiş değiliz. O günlerde yığınla kalabalığın sokaklarda “Katil Çin” sloganları çabuk unutulmuş gibi gözüküyor. Şu bir gerçek ki hafızası çok kısa olan bir milletiz. Bunun farkında olan hükümet ise bir süre bekledikten sonra Çin ile önemli bir yakınlaşmanın olduğunu dünyayla aynı anda kendi halkına da duyurdu. Özellikle bu konuda Dış İşleri Bakanımız ve etkin dış politikasının önemini vermek gerekmektedir. Etkin bir dış politikanın ekonomik getirilerini gelecekte daha fazla göreceğiz.


Dünya ekonomik sisteminden ayrı bir yol izleyen ve bu yolda halen devam eden Çin çoğu iktisatçı tarafından mucize olarak adlandırılmaktadır.[2] Komünist yönetim tarzının kademeli olarak terk edildiği 1970’li yıllardan itibaren Çin muazzam bir büyüme içine girmiştir. Yıllar itibariyle Çin ihracatında ki artışı örneklemek gerekirse, 1993 yılında 157 milyar dolar olan ihracat 1997 yılında 288 milyar dolara çıkmıştır.[3] 2009 yılında ise Almanya’yı geçerek Çin ihracatı 746 milyar Euro olarak gerçekleşmiştir. Bunun yanı sıra Çin tüm dünyadan yatırım çekmekte ve büyüme hızını kaybetmeden sürdürmektedir. Ucuz işgücünün verdiği avantaj ve yüksek tasarruf oranları ile finansal piyasasını güvence altına aldığı söylenebilir. Çin’in sürdürülebilir büyümeyi yakalayıp gelişmeyi halka ne kadar yayabileceği ve teknolojik üstünlüğü ne zaman ele alacağı ise bilinmezliklerdendir. Örneğin son on yılın dünyanın en önemli 10 icadının araştırıldığı bir ankettin sonuçlarına göre tüm icatlar ABD menşeili çıktı. Fakat bu icatların çok azı ABD’ye ihraç geliri getirdi.[4] Çin ise her ne kadar bu icatların ürün sınıfına girenleri üretmesine rağmen teknoloji üretmede hala gerilerden gelmektedir. Bunun yanı sıra mutlak üstünlük sınıfında olduğu ürünler ve sektörlerde vardır.


Türkiye ile Çin arasındaki ticari ilişkileri iki başlık altında açıklayabiliriz. İhracatımızdaki başlıca maddeler krom, bakır, borat, mermer ve traverten gibi maden cevherleri (% 66), kimyasallar (% 11), makineler ve ulaşım araçlarıdır (% 9). İthalatımızdaki başlıca maddeler ise makine ve ulaştırma araçları (% 48), tekstil (% 11) ve yarı mamul mallardır (%8). 2009 yılında Çin’e ihracatımız bir önceki yıla göre % 11 oranında artarak 1,6 milyar dolar, ithalatımız ise % 20 oranında düşerek 12,7 milyar dolar olmuştur. İkili ticaret hacmi 2008 yılına göre % 17 oranında azalarak 14,3 milyar dolar civarında olmuştur. Ülkemiz pazarında hâlihazırda CMEC, CRCC, DEC, ZTE, Huawei, Chery, Geely, BYD, Nuchtech gibi birçok Çinli firma başarılı çalışmalar yapmakta, müteahhitlik, altyapı, inşaat, telekomünikasyon başta olmak üzere birçok sektörde Türk şirketleriyle önemli ortaklıklar kurmaktadırlar. 2009 yılında ülkemizi ziyaret eden Çinli turist sayısı % 12 artış göstererek 69 bin kişi olmuştur.[5] Bunun yanı sıra Çin’den dış ticaret açığı yaklaşık olarak 12 milyar dolar beklenmektedir.



Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Wen Jiabao’nun son Türkiye ziyaretinden yeni bir döneme girildiğinin haberleri verildi. Ticari ilişkiler açısından yaşanan dengesizliklerin giderilmesinden ticarette TL-Yuan ortaklığına kadar önemli anlaşmalara varıldı. Bunların yanı sıra sekiz tane daha önemli anlaşmaya imza atıldı. Böyle tüksek derecede önemli anlaşmalara varılması şüphesiz uzun bir çalışmanın sonucudur. İmzalanan anlaşmaların ayrıntısına geçmeden önce isimlerini vermek daha faydalı olacaktır. Bu çerçevede, iki ülke Hükümetlerarası İkili Ticari ve Ekonomik İşbirliğinin Geliştirilmesi ve Derinleştirilmesine İlişkin Anlaşma, İkili Ticari ve Ekonomik İşbirliğine İlişkin Orta ve Uzun Dönem Gelişim Planı İçin Ortak Çalışma Başlatılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası, Üçüncü Ülkelerde Altyapı İnşası ve Teknik Danışmanlık Hizmetlerinde İşbirliğini Artırmaya İlişkin Mutabakat Muhtırası ile Dış Ticaret Müsteşarlığı ile Çin Ticaret Bakanlığı Arasında Yeni İpek Yolu Bağlantısı Hakkında Ortak Çalışma Grubu Oluşturulmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası, Devlet Bakanı Zafer Çağlayan ile Çin Ticaret Bakanı Chen Deming arasında imzalandı.[6]


TL- Yuan ortaklığı her  ne kadar doları dışlamış gibi bir görüntü çizse de gerçekler bundan farklıdır. Özellikle Çin ile yapılan ticarette ki açığın 12 milyar dolar olduğunu göz önüne alırsak bunun gerçekleşme olasılığını daha iyi anlayabiliriz. Çin Başbakanının ifade ettiği gibi en fazla 5 milyar TL’lik bir tutara bankalarında tutmayı taahhüt etmiştir. Böyle bir miktarın TL’nin değerini ne kadar yükselteceğini kestirmek zor, fakat yükseliş her ne kadar olursa olsun böyle bir etkinin dış ticaretteki rekabet gücümüzü düşüreceği açıktır. Eğer Çin ifade ettiği gibi 5 milyar TL’lik bir tutarı bankasında tutmayı kabul etmez ve bu parayı (veya 12 milyar doları) Euro, dolar almak için kullanırsa fiili olarak ticaret dövizle yapılmış olacaktır. [7] Her iki durumda da ticarette kaybımız devam edecektir. Bunlara ilave olarak Türk şirketlerin birkaç sektör dışında rekabet gücüne sahip olmadığı düşünülürse durumun kötüleşmesi muhtemeledir. Çin ise dünyanın en büyük ihracatçısı konumuna gelmiş ve muazzam bir rekabet gücüne sahiptir. Böyle bir gücün karşısına ucuz iş gücü, kalitesiz ürün, kütle üretim, taklitçilik gibi Çin’in büyük potansiyele sahip olduğu konularda çıkmanın hiçbir anlamı yoktur. Yıllardın tekstilde dahi markalaşmayı başaramadığımız gerçeğini de düşündüğümü zaman kaliteli ve yüksek teknolojik yeniliklerle dengeleme yoluna gitmekten başka bir yol yoktur.


Diğer anlaşmaları kısaca açıklamak gerekirse, iki ülke arasında ticareti geliştirmenin temelde olduğunu söylemek mümkündür. Soyut anlaşmaların çokluğu her ne kadar olumsuz bir tablo gibi gözükse de Çin’den öğrenecek çok önemli stratejiler olduğu açıktır. Bunun öğrenilmesi üçüncü ülkelere yapılan ihracat ve yatırımların daha profesyonelce gerçekleştirilmesini sağlayabilir. Özellikle Afrika, Ortadoğu ve Latin Amerika gibi nispeten gelişmekte olan bölgelere açılımların arttırılması ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi önemli gözükmektedir. Bunun farkında olan taraflar anlaşmalardan bir tanesini tam bu konuya endeksleyerek Üçüncü Ülkelerde Altyapı İnşası ve Teknik Danışmanlık Hizmetlerinde İşbirliğini Artırmaya İlişkin Mutabakat anlaşmasına imza koymuşlardır. Özellikle yeni bir “İpek Yolunun” inşası için büyük çaba harcayan Türkiye anlaşmalardan birini bu doğrultuya getirebilmiştir. Demiryollarının yenilenmesinden yeni otoyolların açılmasına kadar tüm yapılmaya çalışılan aslında tarihin yeniden canlandırılmaya çalışılmasıdır. Böyle bir projenin gerçekleşmesi enerji kaynakları bakımından fakir olan Türkiye’nin ticari anlamda geleceğini garanti altına alabilecek potansiyellere sahiptir.



Gerçekleşen bu ziyaretten sonra uluslararası sahnede yerini yukarılara yazmaya başlayan Türkiye akıllı hamleler yapabilirse daha da güçlü bir konum elde edebilir. Toz pembe tablolar çizmesine rağmen Çin’in ekonomik alanın dışında sosyo-kültürel sorunlara sahiptir. Türkiye’de aynı şekilde sorunlara sahip olmasına olmasana rağmen çözüm yolu olarak demokratik usulleri seçmesinden ve özellikle büyük bir potansiyele sahip olmasından dolayı daha fazla avantaja sahiptir.


Bir işi planlamak yapmaktan daha önemlidir.
Eğer insanlar aynı hatalara düşmezse tarihte tekerrür etmez.

Hakan UZUN



[1] Tesadüfe Bak! Ve bu ülke adına ağla!, Yiğit Bulut, Habertürk Gazetesi, Erişim tarihi: 12.10.2010, http://www.haberturk.com/gundem/haber/158769-tesadufe-bak-ve-bu-ulke-adina-agla
[2] Parasız İlker, İktisadın ABC’si, Ezgi kitapevi, 8. Baskı, 2006, s: 286-289.
[3] Parasız İlker, Age, S: 287.
[4] İhracat nasıl artar, Murat Yülek, Zaman Gazetesi, Erişim Tarihi 12.10.2010, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=992309
[5] TCDİB, Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti Ekonomik İlişkileri, Erişim tarihi: 13.10.2010, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-cin-halk-cumhuriyeti-ekonomik-iliskileri.tr.mfa
[6] Çin ile çok önemli 8 anlaşma, Patronlar Dünyası,  Erişim tarihi: 13.10.2010, http://www.patronlardunyasi.com/haber/Cin-ile-cok-onemli-8-anlasma-/92200
[7] TL ile dış ticaret, Vatan gazetesi, Asaf Savaş Akat, Erişim tarihi: 13.10.2010, http://haber.gazetevatan.com/Haber/334066/1/Gundem

3 Ekim 2010 Pazar

RUSYA EKONOMİSİNİN GELECEĞİ Madalyonun İki Yüzü





Çarpan kavramı Keynes’in iktisat literatürüne kattığını önemli kavramlardan birisidir. Kısaca tanımlamak gerekirse, gelirin tasarruf ve harcama şeklinde iki fonksiyonu vardır. Gelir harcama fonksiyonuna göre ele alırsa, yapılan bir harcama diğerinin kazancı olacaktır ve kazanç elde edenin yapacağı harcama ise bir diğer kişinin gelirini elde edecektir. Bu şekilde birinci, ikinci, üçüncü, dördünce vb. şekilde ilerleyen durum sayesinde bir gelir ve harcama akımı oluşacak yatırım amacıyla harcanan miktar daha fazla gerçekleşmiş olacaktır. Tersi bir durumda ise yani tasarrufların artması veya gelirin azalmasının sonucunda gerçekleşen azalışlar çarpan etkisi ile daha ağır olacaktır. Örneğin harcamadaki 0,5’lik artışta (Marjinal Tüketim Eğilimi) çarpan 2 veya 0,8’lik bir azalış (MTE) Keynesçi çarpana göre 5 olacaktır. Kısacası çarpan etkisi harcamalardaki çok küçük bir azalış veya artışın daha büyük etkileri olduğunu dile getiriyordu. 

Güven çarpanı ise pek dile getirilmeyen bir kavramadır. Oysa iktisatta ve özellikle uluslararası ilişkilerde güven çok önemli bir değer olarak karşımızda durmaktadır. Güven çarpanını George A. Akerlof ve Robert J. Shiller Hayvansal Güdüler kitabında özetle şu şekilde açıklamaktadır:[1]

Artık uzunca bir zamandır güven ölçüm araştırmaları yapılmaktadır. …Bu şekilde ölçülen güvenin gelecekte yapılacak harcamalar hakkında öngörülerde bulunmaya yaramaktadır. Güvenin ekonomik kararlarda ne kadar önemli olduğu ve aşırı güvenin büyük ekonomik krizlere yol açtığı tartışılmaz bir gerçektir. Bunun yanı sıra her krizin başlangıcından bitimine kadar ihtiyatlılık kavramının askında güvensizlik olduğu ve bu güvensizliğin yayılma riskinin fazla olduğu da bilinmektedir. Örneğin krizlerden önce yüksek olan güven ekonomiye katkısı veya payı az olan kişi-kurum gibi aktörler tarafından bozulursa (iflas, yolsuzluk, zarar…) bunun bir domino etkisi yaratabilir. 2008 krizinin resmileşmeden önce uzun süren var yok tartışmaları güveni azaltmıştır. Güvenin çöktüğü nokta ise Lehman Brothers’ın çökmesiyle netlik kazanarak bir güvensizlik krizini ardında sürüklemiştir. Kısacası çarpan etkisinden olduğu gibi güven çarpanında başlangıçtaki ufak değişiklik daha büyük bir sonuca neden olabilmektedir.

Bu kısa girişten sonra Rusya Ekonomisinin avantajlı olduğu durumlar ile sorun yaşadığı durumlara geçebiliriz. Geleceğin tahmin edilmesi konusunda öncelikle yapılması gereken anlama, anlamdırma ve öngörüde bulunma bu yazıda titizlikle takip edilecektir. Rus Ekonomisinin temel sorunu güvenin tesis edilmemesiyle bağlantılanacak ve en son SWOT[2] (Güçlü Yanlar, Zayıf Yanlar, Fırsatlar ve Tehditler) analizi yapılacaktır.

Ekonomi bir devletin tarihini değiştirecek etkilere sahiptir. Güçlü bir ekonomiye sahip devletler uluslararası arenada güçlü bir konumu işgal eder (ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Çin). Tersine ekonomi zayıf olan ülkeler ise ekonomik sorunların yanı sıra sosyal, kültürel ve siyasal sorunlarla iç içe yaşarlar (Afganistan, Yunanistan, Pakistan, Irak). Ekonomik anlamda güçlü olan ülkeler düşüşe geçiyorsa sebepler aynı şekilde ekonomik olmaktadır. İngiliz hegemonyası 1. Ve 2. Dünya Savaşlarının ekonomiyi bitirmesinden dolayı sona ermiştir.  Bir devletin geleceği ekonominin geleceğine bağlıdır.

Madalyonun Birinci Yüzü

1998 yılından beri artan enerji fiyatları Rus ekonomisinin 1991 yılından beri gerileyen ekonomisinin kurtarıcısı olmuştur. Ekonomik toparlanmanın başlaması ve hızlanmasından 2008 ekonomik krizine kadar uluslararası desteklerde de ekonomik büyüme muazzam boyutlara ulaşmış ve bu da kredi kuruluşlarının not arttırımı ile desteklenmiştir. Bu döneme güvenin yükseliş dönemi dersek aynı zamanda sorunların görmezden gelindiği dönem de bu döneme rast gelecektir. Tepe noktası 2008 ekonomik krizi ile netleşmiş ve bu noktadan sonra Rusya ekonomisi gerilemeye ve zaman zaman borsa kapatmalar yaşayan bir krize girmiştir.

Rusya Federasyonunun ihracatının %70’ini teşkil eden enerji ve hammadde kaynaklarının ekonomide payı küçümsenemez. Vladimir Putin ile başlayan siyasal istikrar dönemi artan enerji ve hammadde fiyatları ile birleşince ekonomi yükselmeye başlamıştır. Putin’li yıllar boyunca sıkı para politikası uygulanmış ve dalgalı kur sistemi terkedilmiştir. Bu göreceli olarak ekonominin dalgalanmasını engellemiştir. Bunun yanı sıra kayıt dışı ekonomi ile mücadele sonucunda 1998’de %50 olan ora 2004’te %35’e kadar düşürülmüştür. Bütçe açıklarının ekonomiyi bir kaosa sürüklediği 1991-1999 sürecinden bütçe fazlası veren bir ülke konumuna gelen Rusya’nın sahip olduğu doğal kaynakların etkisi tartışılmaz.[3]
         
Yukarıdan da görüldüğü üzere Rusya Federasyon’u büyüme ivmesini hızlandırarak sürdüreceğini tahmin etmektedir. Rusya ekonomisinin kalemlerine baktığımız zaman da aynı büyüme tredinin sürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Sanayi üretimindeki artışları tarım ve ormancılık alanında yaşanan artışlar ve büyümeler takip etmiştir. Doğal kaynaklara dayalı sanayi dalları (petro-kimya sanayii, yakıt sanayii, demir çelik üretimi, demir dışı madenler…) ekonomik anlamda en hızlı büyüyen sektörler olmuştur. Tarım sektöründe göreceli, üstün olduğu buğday üretimi ve bakliyat üretiminde ise son yıllarda gerilemesine rağmen hala büyük bir potansiyele sahiptir. [5]

                Rusya ekonomisi tamamen olmasa da gelişmesini hammaddelerin zenginliğine borçludur. Uzun süren gerileme döneminden özellikle doğalgaz ve petrol fiyatlarının artması ile gelişme dönemine giren Rusya ekonomisi gelecekte bu trendi sürdürebilir. Bunun nedeni ise yeraltında çıkarılmayı ve doğal olarak tüketilmeyi bekleyen doğal kaynakların fazlalığıdır. Bunun yanı sıra askeri alanda gelişmişlik düzeyleri dikkate alınması gereken bir noktadır. Askeri harcamalar sıralamasında Rusya İtalya’dan sonra 39,600,000,000 ABD doları ile 8’inci sıradadır.[6] 
Rusya Federasyonu silah satışlarından da büyük gelirler elde etmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelere satışların fazla olduğu bu satışlar 2008 yılında 8.95 milyar dolarlık boyuta ulaşmıştır. Yıllar itibariyle büyük sıçrayışlar halinde yükselen silah satışları 2008 ekonomik krizinde biraz olsun düşmesine rağmen gelecekte de artacağı söylenebilir. Bunun temel nedeni ise dünya silahlanmasının düşeceği veya duracağı konusunda neredeyse hiçbir devletin adım atmamış olmasıdır. Siyasal anlamda da getiri elde ettiği silah satışı ile Rusya, ABD önünde süper güç olduğunu göstermektedir. Özellikle İran’a karşı yaptığı büyük satışlar ile ABD ve diğer AB ülkelerinin tepkisini çekmiştir.[7]


            Madalyonun Diğer Yüzü


            Rusya Federasyonu’nda katı bir bürokrasinin varlığı herkes tarafından bilinmektedir. Hükümete ve özellikle Putin’e yakın işletmelerin büyük karlar elde ettiği ve ihalelerde aynı şekilde kazanan tarafta yer aldığı gazetelerin sıradan haberleri haline gelmiştir. Bunun yanı sıra Rus işadamlarının başka ülkelere yatırım yapmaları hoş karşılanmıyor ve aynı şekilde Rusya’daki yatırımlarına kanunsuz müdahaleler yapılabiliyor. Bunun en tipik örneği ise Azeri kökenli iş adamı Telman İsmailov’un Antalya’ya yatırdığı ve birçok dünyaca ünlü yıldızın açılışına geldiği Merdan Palas’a yatırım yapmasından sonra Rus kamuoyunda tepkiler oluşmuş ve ilerleyen zamanlarda İsmailov’un sahibi olduğu Moskova Çerkez pazarına polis baskınları gerçekleşmiştir.[8]

            Rusya ekonomisinin üzerinde her daim kara bulutların dolaşmasının bir diğer nedeni ise mafyalaşan bürokrasinin ülkeden kaçırdığı girişimciler ve yetişmiş nesildir. Örneğin bir zamanlar 34 yaşında Evroset cep telefonu şirketini milyar dolarlık bir imparatorluğa dönüştürme hikayesini anlatırken Yevgeni Çiçvarkin, Rus olmaktan gurur duyarken şimdilerde Londra’da kanun kaçağı olarak yaşamaktadır. Şirketi Rus polislerinin seri baskınlarının sonucunda kapandı ve iki ortağı hapisteler. Rusya’nın polisleri artık üniformalı kurt adamlar olarak adlandırılıyor ve Rus şirketlerinin dörtte üçüne baskınlar düzenliyorlar. Yakın zamanda yapılan bir ankete göre, ankete cevap verenler 1600 kişiden yüzde 13’ü Rusya’dan ayrılmak istiyor. Bu oran 1992 yılıyla yani SSCB’nin dağılmasından sonra ayrılmak isteyenlerin oranıyla aynı.[9]

            Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Rekabet Endeksinde Rusya, 52. sıradan 63. sıraya düştü. Mülkiyet hakları söz konusu olduğunda Rusya, dünya ortalamasının çok altında 119. sırada yer alıyor; yargı bağımsızlığında ise 116.; polis hizmetlerinin güvenilirliğinde 112.; profesyonel yönetim alanında ise 77. sırada. Güvenlik ve güvenirlik konularında bu derece eksik olan Rusya büyümesini ve istikrarını doğal kaynaklara borçludur diyebiliriz.[10]

           Polis ve suç alemindeki ittifaklar yasal zemini olmayan tutuklamaları beraberinde getirmektedir. En yetenekli beyinlerini ve iş adamlarını siyasi tercihler sonucu kaybeden İran, Suriye ve Kore gibi ülkeler safından kendine yer alan bir Rusya ile karşı karşıyayız. Suç oranlarındaki artış faili meçhul cinayetleri de körüklemektedir. Her ne kadar bir azalma olsa da yetersiz olduğu ortada olan bu infazlar devletin içini kemiren bir kurda dönüşmektedir. İngiltere gibi Rus siyasi suçlulara (!) topraklarını açan İsrail her ne kadar Rusya’ya yakın bir çizgi içinde olsalar da iade konusunda taviz vermemektedir. Gizli polis teşkilatlarının bazı ülkelerde infazlar yaptığının iddia edilmesi ise devletlerin karşı karşıya gelmesine ve Rusya’nın zaten az olan itibarını daha da dibe itmektedir.

            Madalyonun “Güzel Yüzü” yoksa “Kötü Yüzü” mü?

            Eğer Rusya ekonomik krizden neden bu kadar çok etkilendiğini objektif bir şekilde incelerse sebeplerin başında bürokrasi ve ister istemez mafyayı bulacaktır. Doğal kaynakların ekonomiye sağladığı faydayı liberalleşme ve şeffaflaşma için kullanılması Rusya’nın daha güçlü bir devlet haline gelmesine yardımcı olacaktır. Bunun yanı sıra yasal düzenlemeler ile birlikte yapılacak olan reformalar mafyanın gücünü kırabilir ve doğal olarak mafyalaşmış bürokrasiyi yok edebilir. Umut ile umutsuzluk arasında mekik dokuyan bir sosyal hayatın varlığı ekonomik genişlemenin halka yani tabana yayılmaması sonucuna bizi ulaştırmaktadır. Ekonomik olarak rahat ettirilememiş geniş halk kitleleri polis ve derin devlet tarafından dizginlenen sosyal patlamanın eşiğine gelebilir.

            Son günlerde sıkça dile getirilen ikinci dip yaklaşıyor-yaklaşmıyor iddial
arının gerçekleşmesi durumunda zaten büyük kayıplar yaşayan Rusya ekonomisi daha beter sorunlarla karşılaşabilir. İşsiz sayısının kriz yıllarında 2,2 milyona yükseldiği, enflasyonun 11,3 seviyelerinden dolaştığı, kriz boyunca bürokratik baskılardan dolayı uluslararası firmaların yatırımlarını kestiği ve büyük firmaların sırasıyla işten çıkarmalar gerçekleştirdiği Rusya ekonomisi daha derin bir krizden büyük zararlar alması muhtemeldir.[11]


            Yukarıdaki sayılan sebeplerden dolayı hükümetin ve özellikle tek adam olan (belki de diktatör) Putin’in daha demokratik yönetim tarzı benimsemesi gerekmektedir. Yasal düzenlemelerin bir önce hayata geçirilmesinin bir diğer nedeni ise Rusya’da işletme açmak için herhangi bir yere başvurulma zorunluluğu olmamasıdır. Bu şekilde bir işlem hem verilere ulaşılmasını engellemekte hem de batan işletmelerin nasıl ve ne zaman battığı hakkında bilgi vermemektedir. Rüşvet ve yolsuzlukların sıradan olayalar hale gelmesi halkın ve özellikle dünya kamuoyunun güvenini sarsmaya devam etmektedir. Bunun engellenmesi ise tedbirlerin derhal alınmaması durumunda sonuçları kestirilemeyen zararlar ortaya çıkabilir.

            Doğal kaynak imparatorluğunun sonu doğal kaynaklardan değil güvensizlikten gelecek gibi durmaktadır. Fakat yine de Rusya büyük bir potansiyeli bünyesinde barındırmaktadır. Güven çarpanının düşük olması en önemli riskleri beraberinden getirmektedir. Yetişmiş neslin ve iş adamlarının güvenlerinin tekrar sağlanması çarpan etkisiyle tüm ülkeye ve sonrasında ise tüm dünyaya yayılabilir. Baskı, şiddet ve zorlama ile devletin yönetilemeyeceği örneklerden rahatlıkla anlaşılabilir. Böyle bir çözüm yolunun terkedilmesi görevi tek adam olan Putin’e düşmektedir. Güven krizi aynı zamanda bir güvenilecek limanların aranmasına da neden olmaktadır. Güvenli limanlara ulaşmak demek aynı zamanda o limanları geliştirmek ve büyütmek demektir. Ekonomik kalkınmanın bir anlam ifade etmesi için güvenin sağlanması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki içinde bulunduğumuz kriz aynı zamanda bir güven krizidir diğer krizlerin olduğu gibi.

            Bir ülkenin geleceği ekonomisinin geleceğine bağlıdır.
            Bir ekonominin geleceği o ekonomiye duyulan güvene bağlıdır.

            Hakan UZUN

      İşletme Eğitimi Yüksek Lisans Öğrencisi 2010



[1] George Akerlof ve Robert Shiller (2010), “Hayvansal Güdüler”, Scala Yayıncılık, s.35-40.
[2] Kobitek Editör tarafından “SWOT Analizi Nedir? Yazısı, Erişim tarihi 03.10.2010, http://www.kobitek.com/makale.php?id=83
[3] Rusya Ofisi sitesinden , Erişim Tarihi 3.10.2010, http://www.rusyaofisi.com/putinliyil.htm
[4] Murat Yülek, Tabi kaynaklar imparatorluğu komşumuz Rusya, Erişim Tarihi 03.10.2010, http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1021483
[5] Rusya Ofisi sitesinden , Erişim Tarihi 3.10.2010, http://www.rusyaofisi.com/rusuretim.htm
[6] Ülkelere Göre Askeri Harcamalar, Wikipedia Türkiye, Erişim Tarihi 03.10.2010, http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%9Clkelere_g%C3%B6re_savunma_harcamalar%C4%B1
[7] Türk Savunma Sanayi Tartışma Formu, Erişim tarihi 03.10.2010,  http://www.trmilitary.com/forum/viewtopic.php?f=1&t=18552&start=0
[8] Azeri İşadamına Türkiye Tepkisi, CNN Türk, Erişim tarihi 03.10.2010, http://www.cnnturk.com/2009/dunya/05/26/azeri.isadamina.turkiyeye.yatirim.tepkisi/528148.0/index.html
[9] Owen Matthews, Newsweek Türkiye, “Sürgün Kuşağı”, Sayı 97, s. 50-51.
[10] Owen Matthews, Newsweek Türkiye, “Sürgün Kuşağı”, Sayı 97, s. 50-51.
[11] Rusya Ekonomi Haberleri, CNNTürk, Erişim tarihi: 03.10.2010, http://www.cnnturk.com/guncel.konular/rusya.ekonomisi/286/

23 Eylül 2010 Perşembe

Yunanistan Ekonomisi Neden Çöktü? “Bütçe Açıklarının Sosyo-Ekonomik Etkileri”


Laurence Ball, N. Gregory Mankıw ikilisinin “Bütçe Açıklarını Ne Yapmalıyım” başlıklı makaleleri şu paragraf ile başlamaktadır:[1]

“Makalede bütçe açıklarının ekonomi üzerindeki etkileri dört aşamada incelenmektedir. İlk olarak, bütçe açıklarının tasarruf, yatırım, ticaret dengesi, faiz oranları, döviz kurları ve uzun dönem büyüme üzerindeki etkilerine ilişkin standart teori ele alınmaktadır. İkinci olarak, bu etkilerden bazılarının büyüklüğüne ilişkin kaba tahminlere yer verilmektedir. Üçüncü olarak, bütçe açıklarının ekonomik refahı nasıl etkilediği incelenmektedir. Son olarak; bir ülkede sürekli devam eden bütçe açıklarının, ülkenin varlıklarına talebin aniden düşmesi anlamına gelen çöküş (hard landing) ile sonuçlanma olasılığı değerlendirilmektedir.”

Bütçe açıkları genel tanımlamaya göre devlet gelirlerinin giderlerinden az olmasıdır. Bütçe açıklarının kapatılması için ise devlet borçlanma yoluna gidecektir. Bu borçlar iç ve dış borçlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bunun yanı sıra ekonomik durgunluk zamanlarında canlanmanın sağlanması (krizden çıkış) için Keynes mantığına göre bütçe açığı vermek gerekli görülmektedir. Bunu vergileri arttırarak ve/veya harcamalarını yükselterek sağlayan devlet bu sayede talebi arttırmayı hedefler.  Bunun yanı sıra bütçe açıklarının sebepleri Türkiye’de olduğu gibi; kamusal hizmete duyulan ihtiyacın fazla olması, hızlı nüfus artışı, tasarruf oranının büyüme hızının finansmanında yetersiz kalması, mali disiplinin olmayışı, kamu kesiminin büyüklüğü, kamu kurumlarının politize olmalarıdır. [2]

Bütçe Açıklarının Kısa Dönemli Etkileri
Bütçe açıklarının birinci etkisi ulusal tasarrufları azaltmasıdır. Gelişmiş ülkelerde ki tasarrufların azlığı bu gerçekliğe dayandırılabilir. Gelişmekte olan ülkelerin lokomotifi konumunda ki Çin, Hindistan gibi ülkeler ise yüksek tasarruf oranlarına sahiptirler ve bütçe fazlası vermektedirler. Aynı zamanda açıkların sahibi olan devlet de kendi tasarruflarından vazgeçmekte ve azaltmaktadır. Bireysel tasarrufların azalmasının sebebi ise vergilerin azaltılması veya harcamaların arttırılması ile gelirlerin artmasıdır. Gelirlerdeki artış tüketimi arttıracağı için harcanabilir gelirden ayırılan tasarruflar azalacaktır. Tasarrufların azalması net yatırımı sermaye kısıtlanmasından dolayı azaltacak ve borçlanma ihtiyacı artacaktır. Böyle bir durumda ise faiz oranları yükselecek ve sadece sıcak para girişleri artmasından dolayı tüketim odaklı bir toplum ortaya çıkacaktır.

Özetlemek gerekirse, bütçe açıkları ulusal tasarrufu azaltmakta, yatırımı düşürmekte, net ihracatı azaltmakta ve sermaye girişine neden olmaktadır. Bu etkilerin ortaya çıkış nedeni faiz oranlarındaki artış ve ulusal paranın değerindeki yükseliştir.[3]

Bütçe Açıklarının Uzun Dönemli Etkileri

Tasarrufların azalmasından dolayı düşen yatırımlar daha az üretmeye ve daha fazla tüketmeye neden olacaktır. Böyle bir durumda ise orantısız şekilde dış borçlanma yoluna gidilecek ve dış açıklar kapatılmaya daha doğru bir ifade ile ertelenmeye çalışılacaktır. Dış borçlanma yolları ile yabancı hakimiyeti artacak ve ulusal kazançlar düşecektir. Üretmeden tüketmek bir kısır döngü haline geldiği zamanlarda ise tıkanma kaçınılmaz olmaktadır. Faiz oranların yükselmesi ile daha pahalıya borçlanan bir ülke konumuna gelmek dünyada saygınlığın ve güvenin sarsılmasına neden olacaktır. Bu güvensizlikler kredi notlarının düşürülmesi ve en nihayetinde ise GSMH’da düşüş ile borçların ödenemez hale gelmesi ile sonuçlanacaktır.

Özetle, ulusal tasarrufu azaltmak suretiyle ya yatırımları veya net ihracatı düşüren bütçe açıkları sonuçta, daha düşük sermaye stoku ve ulusal varlıklar üzerinde daha büyük yabancı hakimiyetine neden olmaktadır.

Bütçe Açıkları ve Bir Ülkenin Çöküş Hikayesi: Yunanistan

Bütçe açıklarının uzun süre devam ettirilmesi veya kamufle edilmesi GSMH yükselmeleri ile mümkün görülmektedir. Çünkü büyüyen bütçe açıkları ile aynı orantıda veya daha hızlı büyüyen bir GSMH borç oranını düşük göstermekte, güven krizine neden olmamakta ve mevcut olumsuzlukları gizlemektedir. Fakat ekonomik durgunluk veya bir global bir kriz GSMH büyük oranda düşüşlere neden olursa borcun oransal büyüklüğü yükselecek ve güven krizi görülecektir. 15 Eylül 2008’de 150 yıllık dev finans kuruşu Lehman Brothers’ın iflası ile başladığı kabul edilen son ekonomik kriz Yunanistan üzerinde böyle bir etkiye neden oldu.


 Yukarıdaki tablolardan da görüleceği üzere uzun yıllar süren bütçe açıkları tasarrufları azaltmış ve ticaret dengesini olumsuz etkilemiştir. Yıllar boyunca ülkenin ithalatı artmış ve ihracatı azalmıştır. Bu diğer bir ifade ile ülke üretmeden tüketmeye başlamıştır. Gazetelerde çıkan Yunanistan’ı lüks merakı iflasa sürükledi haberleri bu gerçeğe işaret etmektedir.[4] Yıllar itibariyle yüksek büyüme oranları yakalansa dahi bunun sanal bir büyüme olduğu 2008’de başlayan krizde açık bir şekilde görülmektedir. Yatırımların düşmesine neden bütçe açıkları artarak devam etmiştir ve buna siyasi tercihlerde etkilenince çöküş kaçınılmaz olmuştur.

Krizin etkileri Yunanistan’ın iki önemli sektörü olan turizm ve gemicikte daha fazla hissedilmiştir.  [5]Bunun yanı sıra AB başlayan büyüme ivmesi tarımın ve sanayinin payını azaltırken hizmet sektörünün payını arttırmıştır. Sanayinin diğer AB üyesi ülkelerine oranla ekonomideki payı daha sınırlıdır. Bu pay son 5 yıl içinde % 13’ler seviyesinde seyretmeye devam etmektedir. 2006 yılında sanayinin (enerji dahil-inşaat hariç) GSMH içindeki payı AB Resmi İstatistiklerine göre % 13.7 olmuştur. Aynı oran 2007 yılında % 13.3; 2008’de  ise % 13.6 şeklinde  gerçekleşmiştir. Hizmetler sektörünün GSYİH’ye katkısı çoğu gelişmiş ülkede olduğu gibi önemli yer tutmaktadır. Turizmin milli gelirde önemli bir payı bulunmakta ve sektör ülkenin ödemeler dengesi için hayati önem taşımaktadır. GSYİH içindeki pay 2002 – 2008 arasındaki son 6 yılda 80’ler seviyesinde seyretmektedir. Hizmetler sektörünün payı 2008’de 0.2 puanlık bir artışla % 83.1 olarak gerçekleşmiştir. GSYİH bileşenleri içinde tarımın payının düşmeye devam ettiği görülmektedir. Son 5 yılda tarımın payında 2 puana yakın bir azalış mevcuttur. Tarım sektörünün GSYİH içindeki payı 2008’de yaklaşık 0.4 puanlık bir gerileme ile % 3.3’e düşmüştür. Buna karşılık sanayinin payında 2008’de % 13.6’ya doğru hafif bir artış olduğu görülmüştür.[6]
Yunanistan’ın istatistiki verilerle oynadığının anlaşılmasından sonra sırasıyla “Fitch” ve “Standard & Poor’s” (S&P), sırasıyla 8 ve 16 Aralık 2009 tarihlerinde Yunanistan’ın kredi notunu “A-”den “BBB+”ya düşürmüştür. “Fitch” ve “S&P”nin sözkonusu kararlarını “Moody’s” de izlemiş, “A1”de tuttuğu kredi notunu 23 Aralık 2009 tarihinde “A2”ye indirmiştir.[7] Bunun izleyen süreçte Yunanistan ekonomisini kurtarmak için AB fonlarından ve IMF’den yardım istenmiştir. Alınan yardımların sonucunda vaat edilen ekonomik reformlar devletin küçülmesi ile sonuçlanacak tasarruf önlemleridir. Böyle bir durumda ise yetersiz kabul edilen tedbir paketleri aynı zamanda toplumsal tabanda da hoşnutsuzluklara neden olmaktadır.
Yunanistan hükümetinin aldığı kararlar sonucunda borç alan emir alır sözünün gerçekleştiği ve bu emirlere uygun hareket edildiği görülmektedir. Bunun yanı sıra kemer sıkma tedbirleri halk nezlinde tepki toplamış ve sosyal olaylara neden olmuştur.[8]
Özetlemek gerekirse: Diğer tüm durumlar sabitken devletler uzun vadede bütçe açıklarını finanse edebilirler. Fakat ekonomik bunalımlar gibi olağan üstü durumlar GSMH’yı düşüreceği için bu olanaksızlaşmaktadır. Bütçe açıkları ekonomi de tasarrufların azalması, yatırımların düşmesi, üretmeden tüketmenin yaygınlaşması, ihrtacatın azalması ve ithalatın artmasına neden olmaktadır. Sosyal etkiler ise toplumun tüketici konuma geçmesi, rahat yaşama alışması, devlete ekonomik bağlılığın artması ve en nihayetinde ise sosyal olaylara neden olabilmesidir. Tüm bu etkilerin görüldüğü Yunanistan’da aynı zamanda son nokta olan ekonomik çöküş de gerçekleşmiştir. Tüm bunlardan ülkemiz için ders alınması gereken benzerlikler diğer bir yazının konusu olacaktır.
Hakan UZUN
2010


[2]AKALIN,Güneri – Kamu kesimi finansman açıklıkları ve ekonomik dengeler, X. Türkiye Maliye Sempozyumu tebliği – 14-18 Mayıs 1994 Antalya 
[5] Yunanistan’in Genel Ekonomik Durumu Ve Türkiye İle Ekonomik-Ticari İlişkileri (2009), T.C. Atina Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği
[6] Yunanistan’in Genel Ekonomik Durumu Ve Türkiye İle Ekonomik-Ticari İlişkileri (2009), T.C. Atina Büyükelçiliği Ticaret Müşavirliği